Frankfurt, 18 Ekim 2005
(1999-2000 yıllarındaki sohbetlerimde çok işlediğim bir konuyu toparladım)
Çocukluğumuzdaki andımızın günümüze yansıması
1975 öncesi ilkokula gidenlerin ilkokul kitaplarında Ziya Gökalp’in ALA GEYİK şiiri vardı…
“Çocuktum ufacıktım, top oynadım acıktım…” diye başlayan bir şiir.
Artık günümüz çocuklarını acıktıracak kadar top oynayacak vakit yok, topları da yok. Her ikisi olsa boş alan yok top oynayacak. Ama bilgisayarda oynuyor artık çocuklarımız toplarını, hem de acıkmadan. Onun için yerde erik bulmalarına ve bir alageyiğin onu kapmasına da gerek yok. Çocuklar artık Alageyiği de bilgisayarda görürler, ilgi duyarlarsa eğer.
Tabii, çocuktuk dedik ya… Çocuklar hatalar da yaparlar bazen. Biz çocukken bir öcü vardı. Onu hiç görmemiştim önceleri. Ama çok korkardım ondan. Anam ona barkıt derdi… “Barkıt, torbanı sarkıt” diye bağırınca torbasını bacadan sarkıtırmış… Öcüye verilmekten, yani barkıtın torbasına konmaktan çok korkardım nedense…
Bir gün evin yüklüğünde görmüştüm barkıtı… Anama, babama söyledim ama bana inanmadılar. Bakın gidin yüklüğe bakın orada dedim. Babam da öcü diye, barkıt diye bir şeyin olmadığını söylemişti… Babam de derse desin, ben bir kere görmüştüm onu ve halen de gözümün önünde onun yüklükte duruşu… Kara, kuru, tüylü bir yaratık işte..
Beni öcüye atmasınlar, yani barkıta vermesinler diye tüm afacanlıklarımdan vazgeçerdim. Günümüz çocukları öcüyü falan takmıyorlar.
———–
İlkokula başladık ve beş yıl boyunca bir nakarat tekrarladık. Türküm, doğruyum, çalıskanım, yasam küçüklerimi korumak, büyüklerimi saymak diye… Beş yıl boyunca tekrarladık bunu. Devlet büyüklerimiz beş yılda bu sözlerin çocuklar üzerinde etki göstermediğini düşünmüş olsalar gerek 5 yıllıt temel eğitim 1998 yılında 8 seneye çıkarıldı…
Andımızın çok ters etkileri oldu sanırsam çocuklar üzerinde.. Nasıl mı? Anlatayım efendim…
TÜRKÜM, tamam Türkçe konuşuyorum, Türkiye’de yaşıyorum…
DOĞRUYUM! Acaba ne kadar doğru… İnsanlar doğru olmayı, dikey durmak olarak algılıyor olsalar gerek ki, toplumda doğruluğun dürüstlük ve ahlaki yönü pek fark edilmiyor…
Evde yatıyorsunuz, birisi arıyor telefonla… Eşinize veya çocuklarınıza evde yok olduğunuzu söyletiyorsunuz… Çocuk bunu yaşıyor… Evde olduğunuz halde annem veya babam evde yok diyor… Şimdi bu çocuğa doğru olmayı nasıl kabullendireceksiniz… Doğru olmayı söyleyeceksin ama olmayacaksın…
ÇALIŞKANIM! Çevreme bakıyorum herkes kaytarmak için elinden geleni yapıyor. Her şey savsaklanıyor. Ben de inanmıyorum çalışkanlığa. Çünkü yalancı şahitlerin yemini gibi oluyor sabahki andımız. Çalışkan olmamıza gerek yok. ihtiyaç kadar yeterlidir. Çalışkan olan değil, çevresi ve himaye edeni olanlar başarılı oluyor, onlar kazanıyor…
İlkem KÜÇÜKLERİ KORUMAK! Hah bu güzel işte diyorum çocuk olarak… Beni koruyacak herkes… Büyüklerden bunu bekliyorum… O da ne, başta öğretmenim, annem babam ve benden tüm güçlü olanlar, beni koruma adına beni kendi fikri kölesi haline getirmeye çalışıyorlar… Hoşlarına gitmeyen bir şey söylersem de sus bakayım deyip bitiriyorlar işi… Güçlü olan her zaman haklı oluyor… O halde küçükleri korumak da boş söz… Benim büyüklerim beni korumuyorlar, ben benden küçükleri neden koruyayım?
Büyüklerimi SAYMAK! Sayıyorum hep kaç tane büyüğüm varsa… Bir… iki… üç… dört… Büyükleri saymak demek onların fiilleri karşısında sus pus olmak, hepsini kabullenmek demektir ayın zamanda…
YURDUMU MİLLETİMİ ÖZÜMDEN ÇOK SEVMEKTİR! Bu nasıl olur bilmem… Çocukken hep merak etmişimdir. Ne demek isteniyor burada diye düşünmüşümdür…. Bunu da hayata atılınca öğrendim.
Neyse ilkokuldan sonra tekrarlamadık andımızı. Orta Okul, Lise, Üni,… ve meslek yaşamı… İlkokuldaki Andımız hiç çıkmadı aklımdan…. Keşke birisi bana daha önce anlatsa idi sonradan öğrendiklerimi, hiç merak etmezdim ve yanlış da yorumlamazdım.
Nedir o sonradan öğrendiklerim.
Şimdi kısaca sıralamaya çalışayım: TÜRKÜM (no coment)
DOĞRUYUM: Burada kastedilen, kamburunu çıkarmadan dimdik yürümektir. Kasıla kasıla. O zaman gücünü daha da iyi gösterirsin.
ÇALIŞKANIM: Evet, çalışkanız. Herkes bir şeylere çalışıyor. Vatandaş devlet dairelerinde işlerini halletmeye ÇALIŞıyor… Memurlar kendilerinin bir sürü sorunlarına rağmen vatandaşın talepleri ile ilgilenme/me/ye ÇALIŞıyor…. Öğrenciler her yıl değişen, hatta her dönem değişen sınav sistemlerine ayak uydurmaya ÇALIŞıyorlar…. Bazılarımız ceplerini kısa yoldan doldurmaya ÇALIŞıyor… Bazılarımız hayatın yükünden en az hasarla kurtulmaya ÇALIŞıyor… Büyüklerimiz yasal dolandırıcılığın yollarını bulmaya ÇALIŞıyor, onun için her siyasi dönemde yandaşları desteklemek için kanunlarla oynanıyor… Devlet vergiler almaya ÇALIŞıyor…. Mükellefler vergi vermemenin yollarını bulmaya ÇALIŞıyor… Örnekleri çoğaltabiliriz. Veee toplum olarak bildiğimiz halde ne olup bittiğini anlamaya ÇALIŞıyoruz…
İlkem KÜÇÜKLERİMİ KORUMAK, BÜYÜKLERİMİ SAYMAK: Burası önemli işte. Bu iki olay, yani koruma ile saygı biri birine bağımlı, ayrı düşünülemez. Büyüklerimizi saymamız gerekir önce…
Bunun saygı olarak anlaşıldığını şimdi anlıyorum. Büyükler önünde diz çökülmeli, ne derse itirazsız, neden ve niçinini sormadan ve bilmeden yapmalı, o müsaade etmeden konuşulmamalı… Aksini yaparsan görürsün gününü… Büyükler de KENDİLERİNİ SAYAN bu KÜÇÜKLERİNİ korumalılar. Öyle olmuyor mu sanki… Bakın yolsuzluk olaylarına… Bir başladı mı çorap söküğü gibi geliveriyor ardı arkasına…. Kimse yalnız yapmıyor bu işleri. Mutlaka saydığı kişiler ve sevdiği kişiler var bunların. Öyle ya büyükleri saymalı, küçükleri sevmeli… Bazen Mafya bile büyükleri sayar ve sever ki, bürokrasinin en üst kesiminden insanlar bile onları sever ve kolları altına alırlar….
YURDUMU MİLLETİMİ ÖZÜMDEN ÇOK SEVMEKTİR! Gerçekten seviyor muyuz? Ne kadar çok seviyoruz. Hangi fedakarlıkta bulunuyoruz sevdiğimiz yurdumuz için, milletimiz için… İnsan sevdiği yurduna ve milletine böyle hoyratça mı davranır… Yurdu ve insanları kimsenin umurunda bile değil… İnsanlar kendi çıkarları uğruna yurdunu delik deşik ediyor… Çoğunlukta lafta olan kuru bir vatan sevgisi var, o kadar… Gerçek yurt sevgisi olsa, o zaman bu ülke böyle sıkıntılar içerisinde olmazd…
—————————-
Saygilar, Selamlar
Muammer Çelik
Frankfurt, 18 Ekim 2005
(1999-2000 yıllarında sohbetlerde işlediğim konuların toparlaması)